12 Ağustos 2019 Pazartesi

YÜZ YILLIK ABDÜLHAMİT MİRASI YALANI

YÜZ YILLIK ABDÜLHAMİT MİRASI YALANI
Bir yandan Osmanlı sevdalılarına hamam tası, sünnet elbisesi pazarlayan, bir yandan da İstanbul’un yarısını isteyen, II.Abdülhamid’in torunlarının eline, Türkiye Cumhuriyeti’nden ZIRNIK alamayacaklarını bildiren Meclis kararını tutuşturunuz.!
Osmanlı hukuk sistemi, Padişahın sınırsız yetkileri nedeniyle, kişisel mülk edinmesine olanak vermemektedir.
Osmanlı’da padişahın özel mülkü olamaz, ancak, saltanat kurumunun hazinesi olur.
Osmanlı’da özel mülk sahibi olmasına izin verilmeyen Sultan, Hazine-i Hassa’nın (Saray iç hazinesi) mülk ve varlıklarını hükümranlığı süresince kullanmaya yetkilidir.
Tahttan indiği anda, kullandığı mülk ve varlıklar, hazineye devredilir.
Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşundan itibaren,
ilk ve son defa,
2. Abdülhamid,
saraya ait Hazine-i Hassa varlıklarını ve bunların işletme haklarını üzerine almış, hazineden aldığı altınlarla özel mülkler satın alıp tapularını kendi üzerine yapmıştır.
2.Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle birlikte, gasp edilen bu mal varlığı, kendisinden sonra gelen padişah Mehmed Reşad tarafından, 1908’de saray resmi hazinesi olan Hazine-i Hassa’ya iade edilmiştir.
Şimdi biraz olayın teknik detaylarına bakalım;
Osmanlı Devleti maliyesinde iki büyük hazine vardı. a-Birincisi devletin bütün gelirlerini toplayıp, gerekli devlet ödemelerini yapan Divan-ı Hümayun hazinesi, yani “Maliye hazinesi”, yani Dış Hazine,
b-Diğeri ise, sarayın, saray kurumlarının, haremin, görevlilerin gider ve maaşlarını karşılamakla yükümlü olan, ihtiyaç halinde Devlet hazinesine yardım eden, kıymetli mücevher ve hediyelerin saklandığı Hazine-i Hassa, yani Saray özel hazinesi, yani İç Hazine
Her iki hazine de padişaha bağlıydı.
Dış hazinede darlık olunca,
iç hazineden (Hazine-i Hassa) ödünç para verilir,
gelirler toplanınca bu para iade olunurdu.
Yani iç hazine, dış hazinenin finansman ve kredi kaynağı durumundaydı.
Ödünç verme işlemi, veziriazam, o yoksa vekili ve baş defterdar kefaleti ile olur, durum düzelince, iç hazineye olan borç ödenirdi.
Özellikle sefer yıllarında, iç hazineden dış hazineye verilen borç meblağında yükselmeler görüldü. Giderler, dış hazinenin takatini aşınca, padişahın hazinesinden askerin maaşı ödenir; ordu, donanma mühimmatı, erzak/gıda alınır, kale tamirleri vs. yapılıdı.
Fakat 2. Abdülhamid döneminde, bu durum tam tersine döndü ve şatafat içinde yaşayan sarayın giderleri, mevcut kaynaklardan karşılanamadığı için, İç Hazine (Hazine-i Hassa), Dış Hazineden borç almaya başladı.
2.Abdülhamid, saray giderlerini karşılayabilmek için maliyeden devralınan emlak dışında, verimli tarım arazileri, imara müsait araziler, mülkler, işletmeleri düşük fiyat biçerek satın alıp, önce Hazine-i Hassa’ya devretti, tümünü kendi üzerine kaydettirdi.
Hızını alamayan 2.Abdülhamid, bu mülk ve araziler dışında, önemli yatırımları ve bunların işletme işlerini de Hazine-i Hassa üzerinden kendi adına kaydettirdi.
Bütün bu gelirler de, 2. Abdülhamid’in şatafat içinde yaşayan sarayının artan giderlerini karşılayamıyordu. Saray hazinesi Hazine-i Hassa’nın, maaş ve diğer harcamalardan dolayı maliye hazinesine 1.150.000 altın lira borcu birikti.
Osmanlı İmparatorluğunda,
600 yıl sürekli olarak Dış Hazineye borç veren saraya,
ilk defa,
sarayını bile yönetmekten aciz 2.Abdülhamid döneminde,
borçların kapatılması için,
1908’de maliye hazinesinden 1.000.000 altın lira borç verilmesi kararlaştırıldı.
İç Hazineye (saraya) verilen bu borca karşılık, Hazine-i Hassa’ya ait ve yıllık geliri 400.000 altın lira olan emlâk, Dış Hazine’ye (maliyeye) devredildi. Saraya, sadece yılda 200.000 altın lira gelir getiren emlaklar bırakıldı.
2. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra, padişah M. Reşad döneminde, Osmanlı Meclisi, 27 Nisan 1909’da, 1876’dan beri 2. Abdülhamid adına kaydedilmiş bütün taşınmazları, "haksız olarak edinildikleri gerekçesiyle" devlet hazinesine devretti.
Sarayın bütün mal varlıklarının devralan maliye, Hazine-i Hassa’nın, yani sarayın, bütün borçlarını da üstlenmiş oluyordu.
Sarayın; -Vakıflara, bankalara, tüccar ve esnafa 49 milyon 371Bin altın lira borcu, -Saray personelinin 62 milyon 841 bin altın lira olan ücret alacakları ile -2.Abdülhamid’in Hicaz demiryoluna taahhüt edip de ödeyemediği borçlar, maliye tarafından kapatıldı
Hanedan çökerken, Abdülhamit’in mirasçıları enkazdan mal kurtarma telaşına düştüler. İddiaları, "2. Abdülhamid’in şahsi malvarlığının, 1909’da Meclis tarafından, hukuksal bir geçerliliği olmayan bir şekilde devlet hazinesine devredildiği" idi
Mirasçılar, 1920 yılında bu yasaya karşı dava açtılar. Kararı Örfi Mahkeme karar vermesi gerekirken, başvurdukları Şer’i Mahkeme onları haklı buldu ve devir işlemlerini iptal edip, "varlıkların Hazine-i Hassa’ya geri verilmesine" karar verdi.
Yeni padişah Sultan Vahdettin, 8 Ocak 1920 tarihinde, 1908 ve 1909’da Dıs Hazineye devredilmiş olan 2.Abdülhamid adına kayıtlı varlıkları, Şer-i Mahkeme kararı doğrultusunda bir kararnameyle, yeniden Hazine-i Hassa’ya aktardı.
Ancak bu iade, 2.Abdülhamid’in o sırada hayatta olmaması sebebi ile, malvarlığının vârislerine intikali demek değildi. Hazine-i Hassa, 2. Abdülhamid öncesinde olduğu gibi “Sarayın Hazinesi” şekline dönüyor, yani varlıklar, hanedanın ortak malı oluyordu.
İade kararı, Meclis’in o günlerde kapalı olması sebebi ile onaylanamadı ve hukuken kesinlik kazanmadı.
Fakat, iade kararı ile birlikte,
varisleri,
“Abdülhamid’in efsanevî mirası” söylentisi ile,
olmayan mirastan hisse alma çabalarına başladı...
Açgözlü hanedan,
miras peşinde koşarken,
2.Abdülhamid’in batırıp son darbeyi vurduğu Osmanlı İmparatorluğu ve varlıkları, Sevr Anlaşması ile İtilaf Devletleri arasında paylaşılıyordu.
Ancak, İstanbul’daki İtilaf Devletleri Yüksek Komiserleri, "varislerin peşinde olduğu varlıkların, artık Osmanlı Devleti veya varislerin değil, İtilaf Devletleri hükümetlerinin tasarrufunda olduğu" gerekçesiyle, Osmanlı hükümetine protesto notası verdiler.
1920’de, Sevr anlaşması ile Osmanlı’nın tüm malvarlığı paylaşılmaya başlandığı zaman varisler, mirası alabilmek için önce İngilizlere yanaştılar.
İngilizler, miras, hukuki olarak varislere kalırsa, özellikle Bağdat ve Musul’daki petrol varlığını, düşük bir bedel karşılığı varislerden devralmak istiyordu. Bu amaçla tapuda yaptıkları araştırmada, 2. Abdülhamid adına kayıtlı hiç bir varlık bulunamadı.
İngilizler, varislerin hak iddia ettği İç Hazine’deki (Hazine-i Hassa) tüm varlıkların, devlet adına kaydedilmiş olduğunu, bunların da, 1910, 1911 ve 1912 yıllarında Maliye Bakanlığı’na devredilmiş olduklarını tespit etti.
İngilizler varislere,
Hazine-i Hassadaki varlıkların,
Sevr ile devredilen ülkelerden satın alınabileceğini önerdiler.
Fakat,
tapu kayıt değerlerinin çok düşük tutulması nedeniyle varislere küçük bir ödeme yapılabileceğinden, bu öneri varislerin işine gelmedi
İngilizlerden destek bulamayan varisler, ABD’li çıkar gruplarının avukatlık şirketiyle anlaştılar. Bu çıkar gruplarının da amacı, tıpkı İngilizler gibi petrol sahalarına sessizce el koymaktı. Ancak ABD’liler, İngilizler ile uzlaşınca bu yol da kapandı.
ABD’den de eli boş dönünce,
çalacak hiçbir kapıları kalmadığını anlayan açgözlü varisler,
Lozan görüşmelerini fırsat bilerek,
Kurtuluş Savaşını kazanmış Türk heyetine yanaşmaya çalıştılar.
2.Abdülhamid varisleri, Lozan Konferansı sürerken, 29 Aralık 1922’de, İnönü ile görüşerek, "varislerin haklarını savunmanın, hem ülkeye gelir sağlamak, hem de Musul sorununda ABD’nin desteğini elde etmek açısından Türkiye’nin yararına olduğu" konusunda ikna etmeye çalıştılar
İsmet Paşa Lozan’da, hanedanın özel mülkiyeti olan varlıkların, Hazine-i Hassa varlıklarından ayrı olarak ele alınıp kapsam dışı bırakılmasına çalıştı. İtilaf Devletleri de, Hazine-i Hassa dışında hanedana ait özel malları gösteren resmi belge istedi.
Fakat 2.Abdülhamid, bütün mal varlıklarını, hazineden aldığı paralarla satın alıp, Hazine-i Hassa dahil bütün varlıkları kendi üzerine yaptığı için, devlet malı/özel mal diye bir ayırım yoktu. Dolayısıyla, İtilaf Devletlerinin istediği liste verilemedi
Sonuçta, Lozan Antlaşmasında, Hazine-i Hassa varlıkları konusu İtilaf Devletleri’nin isteği doğrultusunda son biçimini aldı. 60. md. ile 1908 ve 1909’da maliyeye aktarılan Hazine-i Hassa mallarının bedelsiz olarak İtilaf devletlerine geçtiği hükme bağlandı
Son biçimiyle Lozan Antlaşması’nın 60. maddesi, İtilaf Devletleri açısından, Sevr Antlaşması’nın 240. maddesindekinden daha sağlam güvenceler içeriyordu.
(Not: Hanedan, Lozan Anlaşmasına bu nedenle çok kızgın)
Böylece, 2.Abdülhamid varislerinin, mirası almak için, İngiltere ve Fransa mandası altındaki Irak, Suriye gibi ülkelerin mahkemelerine yapacağı başvuruların kabulü de imkansız hale geldi.
Bütün ülkelerin kapıları kapandı.
Şanslarının kalmadığını gören varisler, son bir gayretle, İngiltere’ye, "tüm haklarını bir İngiliz petrol şirketine devretmelerinde yasal bir engel olup olmadığını" sordular
Ancak İngilizler, ortada “2.Abdülhamid varislerinin hakları” diye resmi bir belge, delil, kayıt bulamadığı için, varislerin kendilerine devredileceği bir hak veya varlık da olmadığını bildirdi.
Ve sonuçta,
Lozan Anlaşmasını da imzalayan Türkiye Cumhuriyeti,
3 Mart 1924 tarihinde,
sırtındaki Hilafet yükünü ve hanedan soyunu kaldırıp attı.
431 sayılı ’Hilafet’in kaldırılması ve Osmanlı Hanedanının TC toprakları dışına çıkarılmasına dair Kanun’un 8. md’si; "Osmanlı İmparatorluğu’nda Padişahlık yapmış kimselerin, TC arazisinde tapuya kayıtlı gayrimenkullerinin ulusa geçtiğini" hükme bağlıyordu.
Mirasçılar, Türkiye ve dışında 1924’ten sonra da yıllarca miras davaları açtılar. Ve sonunda, 7 Mayıs 1949’da, TBMM devreye girerek, "Padişahlar üzerine kayıtlı malların millete intikal ettiğine ve vârislere devredilemeyeceğine" karar verip, noktayı koydu.
TBMM’nin bu “yorum kararı”nın, 1949 yılında Resmî Gazete’de yayınlanmasının ardından, asalak yaşamaya alışmış varislerin mirastan hisse alma çabaları da, 2004 yılında AKP iktidara gelinceye kadar son buldu
AKP iktidarıyla birlikte, hortlayıp, Türkiye’ye üşüşen varisler; bir yandan Osmanlı meraklılarına hamam tası, sünnet kostümü, Abdülhamid parfümü satıp, bir yandan da "Dünyanın en büyük miras davası" hayali peşinde koşuyor.!
Dedelerinin İngilizlere peşkeş çektiği sınırları korumak uğruna Türk askerinin, Afrin/İdlib’te şehit olduğu günlerde, bu asalaklar, arsızca, hamam tası pazarlayıp, Istanbul’u, Musul/Kerkük’ü isteyip, Türkiye Cumhuriyetini dava etmeye hazırlanmaktadır.
Osmanlı devletine ait malvarlığını, kendine özel kanun çıkararak, kelepir fiyatla yağmalayıp, üzerine kaydeden 2. Abdülhamid’in varisi hamam tası pazarlamacılarının, miras konusunda iddiaları şöyle:
Osmanlı Sünnet Takımı pazarlamacıları, 2.Abdülhamid’in Osmanlı devletine ait bina, işletme, tarım arazisi, petrol sahalarını gasp ederek, kendi belirlediği kelepir fiyatlarla, parasını hazineden ödeyip üzerine kaydetmesi için, bakın sıkılmadan ne diyorlar:
2.Abdülhamid, otokratik yetkilerle, kendine özel kanun çıkararak, ülkedeki kıymetli emlak, verimli tarım arazileri, petrol sahaları, liman ve madenleri, devlet hazinesinden çektiği paralarla ve cüzi fiyatlarla satın alıp tapuda kendi adına kaydettirmiştir.
2.Abdülhamid’in, Osmanlı örf ve hukukunu bile hiçe sayarak, devlet mallarına yaptığı yağmayı, hukuk kuralları açısından geçerli bir "özel mülk edinimi" saymak, mümkün değildir. Bu yapılan işlemin adı, olsa olsa yolsuzluk, hırsızlık, yağma ve soygunculuktur!
Hırsızlık ile elde edilen malvarlığının miras ile devredilmesi söz konusu değildir. Tespit edilip, ele geçirildiği zaman devlet el koyar.! Ve zaten, TBMM, 1949 yılında EL KOYMUŞTUR.!

Esen kalın
04.03.2018


Kaynak:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder